
Menfi Tespi ve İstirdat Davaları
MENFÎ TESPİT ve İSTİRDAT DAVALARI
I – MENFİ TESPİT DAVASI
ANLAMI NEDİR?
Takip konusu olan alacağın borçlusu olmadığının
tespiti için borçlu tarafından açılan davaya menfî tespit davası denir[1]. Diğer
bir anlatımla, menfî tespit davasında borçlu, mahkemeye başvurarak takip konusu
borçtan dolayı (maddî hukuk açısından) borçlu olmadığını iddia etmekte ve bunun
tespitini istemektedir. Örneğin, takibe konu senedin sahte olduğunu veya hatır senedi
olarak verildiğini ileri sürerek menfî tespit davası açılabileceği gibi, borcun
ödenmiş olduğu ve dolayısıyla böyle bir borcun mevcut olmadığı ileri sürülerek menfî
tespit davası açılabilir[2].
Menfî tespit davası İİK m. 72 hükmünde düzenlenmiştir.
İİK m. 72/1 hükmünde, menfî tespit davasının
icra takibinden önce veya icra takibinden sonra açılabileceği açık şekilde hükme
bağlanmıştır.
* Hukuki Yarar
İcra takibinden önce açılan menfî tespit davasının
dinlenebilmesi için davacı/borçlunun hukuki yararının bulunması gerekir.
Örneğin hile veya tehdit ile imzalamış olduğu bir senede dayanılarak kendisine ihtarname
gönderilmiş olabilir. Böyle bir senede istinaden takibe geçildiğinde, takibe itiraz
edilse bile imza kendisine ait olduğu için itirazın kaldırılması söz konusu olacağından,
hile veya tehdit iddiaları açılacak menfî tespit davasında dinlenebilir[3]. Buna
karşılık, takip sürecinde, örneğin itirazın kaldırılması veya itirazın iptali sürecinde
ileri sürülebilecek nedenlere (örneğin imzanın kendisine ait olmadığı veya borcun
zamanaşımına uğradığı iddialarına) dayanılarak menfî tespit davası açılmasında hukuki
yarar yoktur[4].
&
Hukuki yarar bir dava şartıdır. Eda davalarında
ve inşaî davalarda hukuki yararın bulunduğu varsayılır. Tespit davalarında ise her
olayın özelliğine göre davacının tespit davası açmakta hukuki yararının bulunup
bulunmadığı değerlendirilmelidir. Özellikle bir olayın tespitine ilişkin açılan
davalarda bu değerlendirmenin hassasiyetle yapılması gerekmektedir. Somut olaya
gelindiğinde, davacının münhasıran taraflar arasında adi ortaklık ilişkisinin bulunduğunu
tespit ettirmekte hukuki yararı bulunmamaktadır. Zira adi ortaklık ilişkisinin varlığı
ya da yokluğu taraflar arasında ortaya çıkan uyuşmazlıkta uyuşmazlığın çözümüne
katkı sağladığı ölçüde mahkemece değerlendirilecektir.
&
Davacının açtığı menfî tespit ve istirdat
davası açısından yapılan değerlendirmede ise; İtirazın iptali davasının genel hükümlere
göre görülen bir dava olması sebebiyle borçlu takibe itirazında bildirdiği itiraz
sebepleriyle bağlı olmadan bütün savunma sebeplerini itirazın iptali davasında ileri
sürebilmektedir. Bu sebeple itirazın iptali davası açıldıktan sonra takip konusu
borçla ilgili olarak borçlunun menfî tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmamaktadır.
Zira menfî tespit davasında ileri sürebileceği borçla ilgili iddiasını itirazın
iptali davasında savunma sebebi yapabilmekte ve savunmayla ilgili tüm delillerini
gösterebilmektedir[5].
İcra takibine etkisi: İcra
takibinden önce açılacak menfî tespit davasının, daha sonra yapılacak ilamsız takibe
kural olarak herhangi bir etkisi olmaz. Diğer bir anlatımla, icra takibinden önce
açılan menfî tespit davası, davadan sonra açılan icra takibini durdurmayacaktır.
Ancak, İİK m. 72/2 hükmünde buna istisna getirilmiştir. Buna göre, “İcra takibinden önce açılan menfî tesbit
davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere
gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati
tedbir kararı verebilir.” Görüldüğü üzere, davadan sonra açılan icra
takibinin durdurulması yönünde ihtiyati tedbir karar verilebilmesi için, alacağın
yüzde 15’inden aşağı olmamak üzere teminat yatırılması ve mahkemece bu hususta karar
verilmesi gerekir. Örneğin 10.000,00 TL’lik alacak için en az 1.500,00 TL teminat
gösterilmesi gerekir. Bu teminat gösterilmezse ihtiyati tedbir kararı verilemez.
Buna karşın, teminat gösterilse bile mahkemece ihtiyati tedbir kararı verilmesi
zorunlu olmayıp,
takdiren ihtiyati tedbir talebinin reddine karar verilebilir. Bunun takdirini yaparken,
davacının iddialarının ciddi (haklı) olup olmadığını gözetecektir[6]. Teminatın
alınmasının amacı, alacaklının alacağını geç almasından kaynaklanacak zararını gidermek
içindir[7]. İhtiyati
tedbir kararı, takibin yapılmasına engel olmaz; sadece takip işlemlerinin durmasını
sağlar[8].
II – MENFİ TESPİT DAVASININ TARAFLARI KİMLERDİR?
İcra takibinden önce açılan menfî tespit davası,
davacının borçlu olmadığını düşündüğü bir borç için kendisini ödemek zorunda olduğunu
iddia eden/tehdit eden (örneğin ihtar gönderen) kişiye karşı açılır. İcra takibinden
sonra açılan menfî tespit davası ise, takip borçlusu tarafından takip alacaklısına
karşı açılır.
III - GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME NERESİDİR?
01/10/2011 tarihinden sonra açılan davalarda,
alacağın miktarına bakılmaksızın genel görevli mahkeme olan asliye hukuk mahkemesi
görevlidir. Buna karşılık bu tarihten önce açılan davalarda, dava değerine göre
görevli mahkeme belirlenir.
01/10/2011 tarihinden sonra açılmış olsa bile,
kira ilişkisinden kaynaklanan menfî tespit davalarında sulh hukuk mahkemesi görevlidir
(HMK m. 4/a).
İcra takibinden önce açılan menfî tespit davalarında,
henüz açılmış bir icra takibi ve bu icra takibinin bulunduğu yer gibi bir durum
söz konusu olmadığından, HMK’nın yetkiye ilişkin 6 vd. maddelerindeki genel yetki
kuralları uygulanacaktır.
Buna karşılık, icra takibinden sonra açılan
menfî tespit davası için iki ayrı özel yetki kuralı öngörülmüştür. Konuyu düzenleyen
İİK m. 72/son hükmüne göre, “Menfî
tesbit ve istirdat davaları, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde
açılabileceği gibi, davalının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir. Davacı istirdat
davasında yalnız paranın verilmesi lazım gelmediğini ispata mecburdur.”
Bu hükme göre, takipten sonra açılan menfî
tespit davası;
-
Takibi yapan icra dairesinin
bulunduğu yer mahkemesinde veya,
-
Davalının yerleşim yeri mahkemesinde,
açılabilir.
Bunun takdiri davacıya aittir.
IV - İSPAT YÜKÜ KİMDEDİR?
İspat yükü, konuda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia
edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir (HMK
m. 190/1, TMK m. 6). Dolayısıyla ispat yükü, kural olarak davacıya aittir olup,
davacı, iddia ettiği vakıaları ispat yükü altındadır.
Menfî tespit davasında özel bir düzenleme bulunmadığından
genel ispat kuralları geçerli olup, söz konusu davada ilgili taraf, dayandığı vakıaları
ispat etmekle mükelleftir. Menfî tespit davası borçlu tarafından açıldığı için,
kural olarak borçlu, dava açarken dayandığı vakıaları ispat yükü altındadır. Örneğin
ödenmiş bir borç için takip yapıldığını ispat etmelidir. Yine bunun gibi, iradeyi
sakatlayan hallerin bulunduğunu veya ifanın imkansız olması nedeniyle senedin karşılıksız
kaldığını veyahut senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu iddia eden borçlu (davacı),
bu iddialarını ispatla mükelleftir[9]. Yine bunun gibi, takas ile borcun sona erdiğini iddia
eden borçlu (davacı), bunu ispat etmelidir[10].
Davacı borçlunun, alacaklının dayandığı hukuki ilişkiyi
inkar etmesi halinde, inkar edilen bu hukuki ilişkinin varlığını alacaklı
(davalı) ispat etmelidir. Örneğin hiçbir belgeye dayanmaksızın yapılan ilamsız
takiplerde, borçlunun borcu olmadığını ileri sürmesi halinde, davalı olan alacaklı
alacağının varlığını ispat etmelidir[11].
V - MAHKEMECE VERİLECEK HÜKÜMLER NELERDİR?
Davanın
kabulü demek, borçlunun (davacının) haklı olduğunun anlaşılması demektir. Menfî
tespit davasında davacının (borçlunun) haklı olduğunun belirlenmesi halinde davanın
kabulüne karar verilecektir.
Borç
senedinin iptali isteğiyle açılan menfî tespit davalarında, mahkemece davacının
borçlu olmadığının tespitine karar verilmesinin yanı sıra, borç senedinin de
iptaline karar verilmelidir. Fakat, söz konusu borç senedi menfî tespit
davasında davalı olarak gösterilmeyen bir kişiye ciro edilmiş ise, senedin
iptaline karar verilemez. Bu olasılıkta, davacının senetten dolayı davalıya borçlu
olmadığının tespitine karar verilmesiyle yetinilmelidir[12].
Davanın
kabulü ile birlikte takip derhal durur ve hüküm kesinleştikten sonra iptal edilir. Davanın sonuçlanmasından
önce borçlunun malları haczedilmişse haciz kalkar, malları satılmışsa satış
bedeli borçluya ödenir (İİK m. 72/5).
Davanın
kabulü ile, borçlunun borcunun olmadığı kesin olarak saptanmış olur. Daha önce
borçlunun itirazın kaldırılması aşamasında icra mahkemesinin hükmettiği
tazminat ve para cezaları kalkar[13].
Borçluyu
menfî tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu
anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan
tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip
konusu alacağın "yüzde yirmisinden" aşağı olamaz (İİK m. 72/5). Zararın
tahsiline hükmedilebilmesi için;
-
Borçluyu
menfî tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğunun anlaşılması ve,
-
Borçlunun
talebinin bulunması gerekir.
Takibin
haksız ve kötüniyetli olduğunun ayrıca ispat edilmesi gerekir. Diğer bir
anlatımla, alacaklının sırf haksız olması, kötüniyetli olduğunu göstermez[14]. Örneğin
borç ödendiği halde alacaklı her nasılsa bundan haberdar olmayıp takip
başlatmış olabilir. Bu durumda alacaklı haksız olmakla birlikte kötüniyetli değildir.
Zararın
miktarı, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın "yüzde
yirmisinden"
aşağı olamaz.
Davanın
reddi ile, borçlu davayı kaybetmiş ve borcunun bulunduğu kesin hükümle belirlenmiş
olur. Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı
kalkar. Buna dair hükmün
kesinleşmesi halinde
alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan
zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada
takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde "yüzde yirmiden" aşağı
tayin edilemez (İİK m. 72/4). İİK m. 72/5 hükmünden farklı olarak, burada tazminata
hükmedebilmek için, talebe gerek yoktur. Yine bunun gibi, tazminata hükmedebilmek
için İİK m. 72/5’ten farklı olarak kötüniyetin bulunması gerekmez.
Davada
ihtiyati
tedbir kararı
verilip uygulanması halinde dava alacaklı lehine sonuçlanırsa, alacaklıya tedbir
nedeniyle uğradığı zarardan dolayı tazminat verilir.
&
Dava İİK’nın 72/5 maddesi uyarınca açılan
menfî tespit davasıdır. Anılan Kanun’un 72/4 maddesi uyarınca davada ihtiyati tedbir
kararı verilip uygulanması halinde dava alacaklı lehine sonuçlanırsa, alacaklıya
tedbir nedeniyle uğradığı zarardan dolayı tazminat verilir. Somut olayda mahkemece
ihtiyati tedbir kararı verilmiş olmasına karşın tedbir uygulanmadığı halde alacaklı
davalının tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir[15].
Davanın konusuz kalması halinde karar verilmesine yer olmadığına dair karar
verilmelidir. Örneğin, davaya konu çekin davacıya iade edilmesi halinde dava
konusuz kalır.
Menfî tespit davasında nisbi harç alınır. Dava değerinin mahkemece re’sen tespit edilmesi
ve bunun üzerinden alınması gereken peşin harcın belirlenmesi gerekmektedir.
Davacı, dilekçesinde ne kadarlık miktardan borçlu olmadığını belirtmemişse,
bu eksiklik giderilerek harç tamamlatılmalıdır.
VI
– İSTİRDAT DAVASININ ANLAMI NEDİR?
Borçlu olmadığı halde takip konusu borcu
ödemek durumunda kalmış olan kişi, istirdat davası açarak yaptığı ödemeleri
geri alma imkanı elde eder. Menfî tespit davasında takip konusu borç henüz ödenmemişken;
istirdat davasında takip konusu borç ödenmiş olup geri alınması talep edilmektedir.
Konuyu düzenleyen İİK m. 72/6 hükmüne göre, “Borçlu, menfî tesbit davası zımmında tedbir kararı almamış
ve borç da ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir.”
Bu hükümden de anlaşılacağı üzere, eğer menfî tespit davası açılmışsa ve bu
dava devam ederken cebri icra tehdidi altında borç ödenmişse, menfî tespit
davasına istirdat davası olarak devam edilir.
İstirdat davası borçlu açısından bir eda
davası niteliğinde olup, maddi hukuk açısından sebepsiz zenginleşme davasıyla
benzerlik gösterir[16].
VII
– İSTİRDAT DAVASININ KOŞULLARI NELERDİR?
1. Borç Olmayan Bir Para Ödenmiş Olmalıdır
2. Ödeme, İcra Takibi Sırasında ve İcra
Tehdidi Altında Yapılmış Olmalıdır
VIII
– İSTİRDAT DAVASINI AÇMA SÜRESİ NEDİR?
İİK m. 72/7 hükmüne göre, “Takibe itiraz etmemiş veya itirazının
kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek
mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene
içinde,
umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını istiyebilir.”
Görüldüğü üzere istirdat davasında dava açma süresi bir yıl olup, bu süre ödemenin
tamamen gerçekleştiği
tarihten itibaren başlayacaktır. Ödeme takside bağlanmış ise son taksidin ödenmesinden
sonra süre başlayacaktır.
IX
– İSTİRDAT DAVASINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME NERESİDİR?
İstirdat davası, genel hükümlere göre
belirlenecek genel veya özel görevli mahkemede açılabilir. 6100 sayılı HMK ile
dava konusunun değerine göre görevli mahkemenin belirlenmesi usulü terkedildiğinden,
HMK m.1-4 arasındaki hükümlere göre görevli mahkeme belirlenecektir. Örneğin
kira ilişkisinden kaynaklanan bir borcun ödenmiş olması halinde sulh mahkemesi
görevli olacaktır (HMK m. 4/a).
Görevle ilgili hususlarda menfî tespit
davasında belirttiğimiz kurallar burada da geçerlidir.
Yetkili mahkeme hususu da, İİK m. 72/son
hükmünde belirtilmiştir. Buna göre, menfî tesbit ve istirdat davaları, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu
yer mahkemesinde açılabileceği gibi, davalının yerleşim yeri mahkemesinde
de açılabilir.
X
– İSTİRDAT DAVASININ TARAFLARI KİMLERDİR?
İstirdat davası, icra takibinde borçlu konumunda
bulunan kişi tarafından, alacaklı konumunda bulunan tarafa karşı açılır. Söz
konusu alacak başkasına devredilmişse, devredilen kişiye davanın açılması
mümkündür. Yine bunun gibi, alacaklının ölümü halinde davanın mirasçılara
yöneltilmesi gerekir[17].
XI – İSTİRDAT DAVASINDA VERİLECEK HÜKÜM NELERDİR?
Mahkeme davacı borçluyu haklı bulursa
davanın kabulüne karar verir. Bu karar ile, davacının borcu olmadığı bir ödemeyi
yaptığı kesin hükümle tespit edilmiş olur. Mahkeme kararında, alacaklıya
ödenmiş asıl alacakla birlikte, faiz, icra harç ve giderlerinin davalıdan
alınarak davacıya ödenmesine karar verilir. Aynı şekilde, yargılama giderleri
ve nisbi vekalet
ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilir[18]. Söz
konusu ödemelerin yapılması için, yani ilamın infazı için hükmün kesinleşmesi gerekmez[19].
Buna karşılık, Yargıtay’a göre, İİK m. 72/6 hükmü uyarınca menfî tespit davası
olarak açılıp istirdat davasına dönüşen davada davacı lehine verilen kabul
kararı kesinleşmeden icraya konulamaz[20]. Bu
nitelikteki ilamlar ayrı takip konusu yapılamaz; aynı icra dosyasına konularak
ilamın gereği yerine getirilir[21].
&
Mahkemece duruşmalı olarak yapılan
inceleme sonunda; ilama dayanan alacaklar bakımından İİK'nın 34. maddesi uyarınca
her mahkemeden ihtiyati haciz isteminde bulunulabileceği, ihtiyati hacze konu
ilamın ödeme ile sonuçlanan takip nedeniyle istirdat davasına ilişkin olduğu,
istirdat davasında verilen ilamın kesinleşmeden icraya konulabilecek ilamlardan
olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiş, karar ihtiyati hacze
itiraz eden vekilince temyiz edilmiştir[22].
Davanın reddi halinde, davacı yargılama
giderleri ve vekalet ücretini ödemeye mahkum edilir. Davanın reddi ile, davacının
davalıya borçlu olduğu kesin hükümle tespit edilmiş olur[23].
Not: Gerek davanın kabulü, gerekse de davanın
reddi kararının kesinleşmesi halinde, maddi anlamda kesin meydana gelir. Zira
bu davalarda maddi olayın esası incelenmektedir.
Not: Gerek davanın kabulü, gerekse de davanın
reddi halinde, davayı kaybeden taraf aleyhine asgari yüzde 20 tazminata hükmedilmesi gibi bir durum
söz konusu değildir.
&
Dava, İ.İ.K'nın 72/7. maddesi
uyarınca açılan istirdat davasıdır. Anılan yasa hükmünde haklı çıkan taraf yararına
herhangi bir tazminata hükmedileceğinden söz edilmemektedir. Bu durumda
mahkemece davacı yanın tazminat isteminin reddi usul ve yasaya uygun olduğundan
hükmün onanması gerekirken ilamda yazılı nedenlerle bozulduğu anlaşıldığından
davalı vekilinin bu yöne ilişkin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir[24].
& İİK
72/son maddesi hükmü gözetildiğinde; istirdat davası sonunda tazminata
hükmedilebileceğine dair bir düzenleme bulunmadığı halde, anılan yasa maddesine
aykırı şekilde mahkemece davalı aleyhine kötü niyet tazminatına karar verilmesi
isabetsiz olduğundan hükmün bu nedenle bozulmasına karar vermek gerekmiştir[25].
İstirdat davasında yargılama usulü: Menfî tespit davalarında olduğu gibi istirdat
davaları da genel mahkemelerde görülen bir dava türüdür. Davada genel
itibariyle asliye hukuk mahkemesi görevli olmakla birlikte, davaya konu borcun
kaynağına göre ticaret mahkemesi, sulh hukuk mahkemesi veya ticaret mahkemesi
gibi mahkemeler de görevli olabilmektedir. Uygulanacak yargılama usulü de, aynı
şekilde dava konusuna göre değişebilmektedir. Örneğin borçlu olunmayan ticari
bir borcun icra tehdidi altında ödendiği gerekçesiyle açılan davada yazılı
yargılama usulü
uygulanırken; ödenmemesi gerektiği halde cebri icra tehdidi altında ödenen kira
borcunun (HMK m. 316/1-a) veya kıdem tazminatı borcunun (HMK m. 316/1-d) istirdadı
için açılan davalarda basit yargılama usulü uygulanır.
[1] Arslan/Yılmaz/Taşpınar-Ayvaz/Hanağası,
s. 223; Kuru, İcra-El Kitabı, s. 346; Karslı, s. 389; Atalı/Ermenek/Erdoğan, s.
343.
[2] Kuru, İcra-El Kitabı, s. 347, 348; Pekcanıtez/Atalay/Sungurtekin-Özkan/Özekes,
s. 132; Arslan/Yılmaz/Taşpınar-Ayvaz/Hanağası, s. 223
[3] Pekcanıtez/Atalay/Sungurtekin-Özkan/Özekes,
s. 133, 134.
[4] Pekcanıtez/Atalay/Sungurtekin-Özkan/Özekes,
s. 134.
[5] Y19.HD, 11/05/2017 T., 2016/16979 E., 2017/3718
K.
[6] Kuru,
icra-El Kitabı, s. 355.
[7] Kuru,
İcra-El Kitabı, s. 354.
[8] Pekcanıtez/Atalay/Sungurtekin-Özkan/Özekes,
s. 134.
[9] Karslı,
s. 393.
[10] Arslan/Yılmaz/Taşpınar-Ayvaz/Hanağası,
s. 226.